Psikolojinin Bir Bilim Dalı Olma Süreci Nasıldır?

İnsanın kendisi ve çevresini anlama çabası oldukça eskiye dayanır. Eski çağlarda insanlar, yaşadıkları psikolojik süreçleri doğaüstü güçlerle açıklamaya çalışırken daha sonra akla dayalı açıklama çabaları başlamıştır.

Antik Yunan filozoflarından Platon’a göre insan, gerçeğe duyu organları ile değil ruh veya zihinle ulaşabilir çünkü ona göre ruh ölümsüzdür. Beden ortadan kalksa bile ruhun varlığı devam eder. Aristoteles’e göre ise ruh, bedene işlev kazandıran ve beden hareketlerini belli bir amaca yönelten nedendir.

Beden ile ruh arasındaki ilişkinin sorgulandığı İlk Çağ’da psikoloji, felsefenin ruhu inceleyen bir alanı olmaktan öteye geçememiştir. Orta Çağ’da Platon ve Aristo’nun görüşleri dinle uzlaştırılmaya çalışılarak yeniden yorumlanmıştır.

İnsan ruhu, doğrudan ilahi ruhun bir parçası olarak görüldüğü için insanın hasta olma ihtimali reddedilmiştir. O dönemde hastalık, şeytanın insan ruhunu ele geçirmesinden başka bir şey değildir.

Orta Çağ’dan sonra Avrupa’nın, Antik Yunan öğretilerini keşfetmesinde İslam dünyasındaki tercüme hareketleri büyük rol oynamıştır. Farabi, Aristo’nun eserlerinin birçoğunu tercüme ederek bu eserlerin daha iyi anlaşılmasını sağladığı için Avrupa’da “Muallim-i Sâni” (ikinci öğretmen) olarak tanınmıştır.

Farabi’ye göre nasıl ki beden için sağlık ve hastalık söz konusu ise ruh için de aynı şeyler söz konusudur.

Ruh, bedenin yaptığı şeylerden etkilenir. Beden iyi işler yapınca mutlu olan ruh, beden kötü işler yapınca rahatsız ve mutsuz olur. Tam mutluluk, ruhun bedenden bağımsızlaşması ile mümkündür.

Batı’da “Avicenna” (Avisenna) olarak bilinen İbn-i Sina fikirleri ile Orta Çağ Batı dünyasını etkilemiş, Orta Çağ tıbbının önde gelen isimlerinden biri olmuştur. İbn-i Sina, ruhsal durumların beden üzerinde etkili olduğunu kabul etmiştir. Ruhun bağımsız varlığını kesin olarak vurgulayan İbn-i Sina’ya göre bedenin ruha ihtiyacı olmasına rağmen ruhun bedene ihtiyacı yoktur.

18. yüzyıl düşünürlerinden John Locke’a (Con Lak) göre hiçbir bilgiye doğuştan sahip olmayan zihin, tüm bilgiyi yaşantılar sonucunda elde eder. John Locke’un bu görüşü psikolojide deneyciliğin önünü açar. Böylece “Psikoloji sadece gözlenebilen olayları incelemelidir.” fikri oluşmaya başlar.

Alman filozof Immanuel Kant’a (Imanuel Kant) göre ise zihinde doğuştan getirilen bazı özellikler vardır. Duyu organları ile elde edilen bilgiler, doğuştan getirilen bu özellikler tarafından yeniden düzenlenir. Kant’ın bu görüşlerinin etkisiyle 18. yüzyılda “zihin” psikolojinin temel konusunu oluşturur. Psikolojinin bir disiplin hâline gelmesi ancak 19. yüzyılda gerçekleşir.

Bu yüzyılda tıp, biyoloji, kimya, sosyoloji bilimlerindeki gelişmeler insan davranışlarının bilimsel olarak incelenmesine ortam hazırlamıştır. Ernest Heinrich Weber (Ernst Henrih Veber) ve Gustav Theodor Fechner (Gustav Teodor Fehner), fizik ve matematikteki gelişmeleri ilk defa psikolojik süreçlere uygulayarak deneylerde ışık, ses ve ağırlık gibi objektif olarak ölçülebilen uyaranlar kullanmıştır.

1879 yılında Wilhelm Wundt’un (Vilhelm Vunt) Leipzig Üniversitesinde ilk psikoloji laboratuvarını kurmasıyla psikolojik süreçler, deneysel yöntemlerle incelenmeye başlanmıştır. Böylelikle Wundt psikolojinin pozitif bir bilim olmasına öncülük etmiştir

You may also like...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir