İç Gözlem Nedir? İç Gözleme Yapılan İtirazlar Nelerdir?
İç Gözlem Nedir?
Belli bir perspektifte, psikolojide iki cereyan birbirine karşı çıkmaktadır. Birincisi, en eski ve uzun zaman tek olanı William James’in formülünde ifadesini bulmuştur.
James psikolojiyi “Şuur hallerini şuur halleri olduğuna göre izah ve tasvir etme” şeklinde tanımlıyordu. Mademki psişik yaşantının, bizzat kendimizden başka şahidi yoktur. O halde onu gözlemeye imkân verecek tek metot iç gözlemdir. Bu “ilk şahsa ait psikoloji” ye karşı çıkan bir cereyan vardır.
Bu cereyan, en müfrit ifadeleri içinde Watson’u, psikolojiyi “çevreden gelen ve kendileri de objektif olarak gözlenebilen münebbihlere (stimulus) hemen cevap veren bir organizmanın objektif olarak gözlenebilen reaksiyonlarının incelenmesi” olarak tanımlamaya sevk etmiştir.
İkinci perspektifte, biz direkt olarak kendi iç gözlemimizden faydalanamayız, ancak gözlediğimiz sürelerin iç gözlemini bu iç gözlemin neticesinin şifahi bir davranış olması ölçüsünde kullanabiliriz.
Watson’un görüşlerini kabullenen ilk psikologlar tarafından benimsenmiş olan perspektifte, iç gözlemin fazla bir pratik faydası yoktur, zira şifahi davranışı objektif olarak değerlendirebilsek bile, birbirine uygun sanılan, şuur hali ile kelime arasında devamlı bir ilginin olup olmadığını katiyen bilemeyiz.
İç yaşantının fenomenlerini objektif olarak belirleyecek hiçbir bilimsel vasıtaya sahip olunmadığına göre, zihni onlarla meşgul etmemek ve “ruhsuz bir psikoloji” kurmak daha uygundur. Şuur olaylarının ilmi olan psikoloji yerine, davranışın ilmi olan psikolojiyi koymak gerekir.
İç gözleme yapılan itirazlar üç şekildedir:
a) İç gözlem, felsefi olandan daha az psikolojik bir perspektifte kullanılmıştır. Sokrat’ın “Kendini tanı” (eonnais-toi toi-meme) sözünün tamamen ahlaki maksatları vardır. Descartes’ın “Düşünüyorum, o halde varım” (Cogito ergo sum) sözü, ruhun metafizik bir temeline hizmet ediyordu.
Maine de Biran’ın benlik (soi-meme) düşüncesi, Dekartçı prensip yerine “Gayret ediyorum, o halde varım (Le fais effort done je suis) metafiziğini koymuştur. Bize en yakını, “intuition” şekli altında Bergsoneu iç gözlem, idealist bir felsefeyi doğrulamaya yarar ve varoluşçu fenomenoloji, Hüsserl’in ontolojisinde derin kökler salmıştır.
Böylece, hemen her zaman iç gözleme başvurma ile felsefi bir hal arasında, ilmi olmak isteyen psikologların şüphesini uyandırmaya yardım etmiş olan ahlaki veya metafizik sıkı bir ilgi var olmuştur.
b) Auguste Comtc, iç gözleme karşı şu meşhur delilini öne sürmüştü: iç gözlem, iyi bir gözlemin şartlarını gerçekleştirmez zira bir gözlemin bilimsel bir değere sahip olması için gözlemi yapan süre ile gözlemi yapılan objenin farklı olması zorunludur:
“Düşünen kişi, biri düşünen diğeri de düşünene bakan olarak ikiye bölünemez.” Bu suretle Comte’a göre psikoloji diye bir ilim yoktur, psikolojinin ele aldığı konular ya biyolojik ilme ya da sosyolojik ilme ait konulardır (Comtc zamanında psikoloji tamamen iç gözleme dayanıyordu).
Gerçekte, “bilimsel” olduklarını söyleyen psikologların iç gözleme metafizik görünüşü sebebiyle hücum etmeleri kadar, aynı serzeniş Comte’a ve daha ziyade Hegel’e ve bütün değerleri inkar eden Marx’a da yapılabilir. Comte’a göre insan, organizmasıyla (biyolojik inceleme konusu) ve tarihiyle (sosyolojik inceleme konusu) dur.
Hegel’e göre ferdi şuur (la conseience indivuduclle) mücerret bir fikirden başka bir şey değildir, müşahhas gerçek, tarihin bütünüdür, benlik ancak, tarihi çerçevede yeri belirlenerek bilinebilir.
Bu durum, Marx’ın materyalizminde mantıki ifadesine ulaşır, ona göre şuur, ancak insanın yaşadığı maddi ve bilhassa ekonomik dünyanın yankısından başka bir şey değildir.
O halde iç gözlem mümkün de değildir, faydalı da değildir.
c) Tenkitlerin üçüncü serisi daha az radikaldir ve artık felsefi delillere değil, fakat deneysel tahkiklere dayanır. İç gözlemin güçlüklerinden biri, onunla elde edilen bilgilerin sözden başka bir şeyle nakledilmemiş olmasıdır ve biz yaşanmış aynı şuur durumunda olan birbirine uygun iki kişinin aynı sözlü ifadesinden başka bir delil getiremeyiz.
Diğer taraftan, iç gözlem iradi olarak yapıldığında, psişik fenomenleri bir değişime uğratır. Şuurun kendi üzerine katlanması “La prise conscience” dikkatin celp edilmesini gerektirdiğinden psişik bir aktivitedir ve bu aktivite mecburen gözlenen fenomeni değiştirecektir.
(Bu durum, bugünkü atom fiziğinde rastlanan durumdan farklı değildir, onda her gözlem, objeden oluşan fenomeni değiştirir “Principe de complementarite, tamamlayıcı prensip“). Netice olarak hiç olmazsa klasik şekliyle, ancak şuurlu psişik fenomenleri gözlememizi sağlar.
O halde bugün, zihni hayatımızın şuursuz bir tarzda cereyan eden büyük bir kısmını, hatta en önemli kısmını biliyoruz. Bütün bu tenkitlere rağmen iç gözlem, psikolojideki yerini muhafaza etmiştir, William James ve Watson’un bu yüzyılın başında çıkmış olan birbirini tutmayan ifadeleri, her iki tarafta da eski kuvvetini kaybetmiştir.
Aslında bu tenkitler verimli olmuştur zira, bunlar psikologları iç gözlemin sınırlarını tanımaya ve metot hatalarını yeniden gözden geçirip düzeltmeye sevk etmiştir.
Psişik delillerin başkasına nakledilemezliği delilinin mutlak bir değeri yoktur.
“Üzgünüm” veya “neşeliyim” diyen bir kimsenin hissedebildiği şeyleri en basit bir gözlem bizce, en azından kabaca belirtmeye imkan verir. Psişik yaşantıların belli bir şekil hüviyeti vardır.
Hiç şüphesiz muhtemeldir ki bu, başkasına nakledilebilme imkânı sosyal menşelidir ve o ancak, sosyalleşme merhalelerinde nispi bir mütecanisliğe sahip ve intikal vasıtaları dil olan guruplarda vardır. Bu tenkidi durum maksadını aşmamalı ve bizi, faydası kesin olan bir metottan vazgeçirmemelidir.
Sözlü komünikasyonun güçlüğünü gidermek için, bazı psikologlar orijinal bir metot ileri sürdüler. Buna “müşterek sezgi (I’intuition participante) (Einfühlung)” adını verdiler. Bu metot, bize açıklama imkânı veren ilmi bir bilgiden çok farklı, ani bir sezgi hadisesi olarak, başkalarını anlamak için özel bir “psikolojik idrak” tipi olduğu nazariyesine dayanır.
Biz, karşımızda deney uygulanan bir kimsenin hissettiklerinin belli bir noktasına kadar ulaşabiliriz. Varlığı gerçek gibi görünen bu müşterek sezgi çok defa, ayırt edilmesi güç olan iki fenomene dayanır:
a) Yeniden hissetme (La resonance) veya başkasıyla hissi bağlantı 2 (empathie) esnasında gözlemci, kendi şuur hallerinin, gözlediği süjeninki ile aynı anda vuku bulduğunu görür: acı çeken biri karşısında biz de acı duyarız.
b) Birbirine benzer şuur hallerinin tezahürünü belli bir ölçüde sürükleyen, gözlenmiş süjenin ifadelerinin taklidi. O halde, müşterek sezgi, gözlem ve iç gözlem metotlarının arasında bil’ yerde bulunmaktadır; gözlemciye, kendi kendini de gözlerken, gözlenen süjede buIabiIeceği iç gözlemi hakkında birtakım bilgiler elde etmeye imkan verir.
Bu metot bize ancak, psikolojik fenomenler hakkında mahdut bir bilgi verebilir ve hatalardan korunamaz. Onun böyle olmasına rağmen, özel şartlarda bile gerçek bir faydası vardır.
Yeni araştırmalar rezonansın kullanılmasının, şuur hallerinin değerlendirilmesinde tahlili tahmin işaretlerinin kullanılmasından daha değerli sonuçlar verdiğini göstermiştir.
İç gözlemin, gözlediği fenomenleri ihlal edici etkisi malumdur, ancak bu durum, bu metodu geçersiz saymak için yeterli bir sebep değildir.
Psikolojisi esasen iç gözlem olan Bergson ne gariptir ki, entellektüalist olarak nitelendirdiği klasik iç gözlemi tenkit edenlerden biri olmuştur. O, iç gözlem yerine “sezgiyi” ileri sürdü. Bergsoncu sezgi “L’intuition Bergsoinenne”, “Ruhun, ruh vasıtasıyla doğrudan doğruya görünüşü”, şuurun mutlak verilerini bize ifşa eden tek yetenek olacaktı.
Bergsoncu sezgi, metafizik görünüşü ve esrarlı yapısı dolayısıyla tenkide uğramıştır. Varoluşçu fenomenolojide, farklı olarak yön almış olsa bile – büyük kısmıyla metafizik – zihni meşguliyetlerin doğurduğu buna benzer bir çaba bulacağız.
İç gözlemin psişik fenomenleri ihlal edici etkisini ortadan kaldırmak veya kontrol etmek için diğer bir teşebbüsü Külpe ekolüne borçluyuz. Söz konusu olan güdümlü bir iç gözlemdir, Bunda süjeden, geriye dönerek, şuurlu olduğu herhangi bir iş esnasındaki durumunu tasvir etmesi istenir.
Külpe ve Asch bu metodu irade araştırmalarına uyguladılar. Alfred Binet Fransa’da onu, fikri prosesüsleri değerlendirmek için kullandı. Günümüzde, iç gözlem artık psikolojinin tek metodu değildir. Fakat Watson’un istediği gibi, tamamen vazgeçilecek bir metot da değildir.
Kendisine yapılan tenkitler sayesinde bu metot, sınırlarını daha iyi tanıdığımız rolünü psikolojide muhafaza etmektedir. O bu şekliyle deney metoduna katılabilir. O, değişik şekillere bürünmüştür.
Bu şekiller arasında, şahsiyetin incelenmesinde önemini göreceğimiz “Kendi kendini değerlendirme soru cetvelleri” (Ies questionnaires d’auto-evaluation) ni zikretmek gerekir.
Tıbbi psikoloji çerçevesinde, elde etmeye imkân verdiği bilgilerin, diğer metotların itinalı ve karşılaştırmalı bir tenkidine tabi olmaları gerekse bile, bu metot vazgeçilmez bir unsur teşkil etmektedir.