Psikolojinin Biyoloji Bilimiyle İlişkisi
Burada ruh ile beden, psyche ile soma arasındaki münasebetler üzerine olan felsefi münakaşa yeniden ele alınıp, konu edilmeyecektir. Psikoloji ve biyolojiyi, her biri kendine has metotlara sahip olarak, beşeri organizmanın aynı noktasına yönelen farklı yaklaşım yolları olarak saymak bize yetecektir.
Bu bakımdan, bu iki ilim arasındaki münasebetler bilhassa çok sıkıdır. Biyolojik fenomenler psikolojik fenomenlere temel olacaktır. Organizmanın biyolojik bütün modifikasyonlarının direk ve endirekt psikolojik tepkileri vardır. Fakat tatbikatta, bu ilişkide esas rolü oynayan merkezi sinir sistemidir.
Eğer gerçekten bir humoral veya salgı bezi modifikasyonu psişik hayata tesir edebiliyorsa daima onların, sinir sistemi üzerine yapacakları aksiyon vasıtasıyla olacaktır. O halde nörofizyolojinin psikoloji ile sıkı münasebetleri vardır ve bir ara disiplin olan psiko-fizyoloji, psişik fonksiyonlar ile sinir sistemi fonksiyonları arasındaki ilgiyi incelemeye kendini hasretmiştir. Bu bilim dalı, anatominin ve asabi psikolojinin verilerini ve metotlarını kullanır.
İlk sonuçlar, anatomik ve anatomo-patolojik araştırmaların meyvesi olmuştur.
Bu araştırmalar, psişik bazı fonksiyonların, merkezi sinir sisteminin belli bölgelerine dayanmış olduğunu gün ışığına çıkarmışlardır. Bu suretledir ki, XIX. yüzyılda beyinle ilgili lokalizasyonlar doktrini gelişmiştir.
Bu tabirin pek şansı olmadı zira eğer cortex (beyin kabuğu)’in mahdut bir bölgesinin tahribi mesela, konuşma fonksiyonunun tahribini mucip oluyorsa bu durum, fonksiyonun tahrip edilmiş bölgede olduğunu katiyen ifade etmez.
Fakat yalnız bu bölge bu fonksiyonun icrası için gereklidir. Bazı bölgelerin fonksiyonel rolü şöyle tahdit edilebilmiştir, ilkönce beyin kabuğu, sonra ikinci olarak beynin temel teşekkülleri.
Beyin kabuğu, hissi ve hareki olan algı ve ifade fonksiyonlarında ve temelin nüveleri olan zihni bütünleme fonksiyonlarında, başlıca bir rol oynadığı halde; koku almaya ait olanlar gibi beyne ait primitif teşekküller de, pulsiyonel ve emosyonel hayatta, hissi hayatın bütün görünümlerinde en büyük rolü oynarlar.
Bugün bu alanda kendini gösteren iki eğilim, anatomik verilerle tamamlanmış fonksiyon psikolojik keşif metotlarını kullanma ve artık statik olarak sayılmayan bölgeler değil, dinamik devre ve sinirsel yapıların nazarı itibara alınmasıdır. Fonksiyonel keşif, tıbbi fiziğin kaynaklarına başvurur.
Böylece, elektroansefalografi metoduyla kafatası üzerinden kaydedilmiş olan, beyin hücrelerinden kendiliğinden hâsıl olmuş olan elektrik potansiyelinin meydana çıkarılması, şuur olaylarının biyolojik ilişkisi üzerine açık bilgiler verir.
Deneysel olarak, asabi seyyale (I’influx nervcux)’nin elektriksel tezahürlerinin, mikro-elektrotların yardımıyla kas liflerinin ve hücrelerin sathında kaydedilmesi de çok açık yeni bilgiler getirmiştir.
Daha önce, beyinle ilgili biyolojik kimya, beyne ait yapıların biyolojik hali ile şuur halleri arasındaki korelasyonları düzenlemeye imkan vermiştir. Psiko-fizyoloji büyük bir verimlilik göstermiştir ve bize sağlayacağı verilerin hızla çoğalması umulur. Çok defa ondan, psikolojinin tam bir izahını yapmasını beklemek fazla olur.
O, her şeyden önce bir yoldur, fakat yegâne yol değildir. Psikolojiyi, Watson’un yaptığı gibi stimulus ve reaksiyon tetkikine irca etmek, onu bu ara merhalelerle sınırlamak kadar mübalağalı olur.