Çocuklarda Sevme ve Sevilme İhtiyacı

Sevgi; insanları bir arada tutan en önemli etken, karşılıklı yararlanma ve dayanışma gereksinimidir.

Ancak sevginin karışmadığı insan ilişkileri, çıkar ilişkileri olmaktan öteye gidemez. Sevgi, insan topluluğunun bulunduğu her yerde vardır. Sevgi, ailenin olduğu gibi toplumsal yaşamın da kaynaştırıcı gücü ve mayasıdır. Sevgiyi en geniş anlamda, “insanları birbirine yaklaştıran olumlu ve iyi duyguların tümü” olarak tanımlamak yanlış olmaz.

Ana baba sevgisi, çocuk sevgisi, kardeş, arkadaş, eş sevgisi, yurt ve insanlık sevgisi evrensel olan tek bir duygunun değişik görüntüleridir. Sevecenlik, ilgi, anlayış, hoşgörü, acıma, bağlılık ve beğenme de bu duygunun ürünleridir.

İnsanoğlu doğduğu andan itibaren sevmek ve sevilmek ihtiyacındadır ve başta anne baba olmak üzere büyüdükçe sevme alanlarını ve sevilme ihtiyacını geliştirirler. Başlangıçta sadece anne babası tarafından sevilmeyi isteyen çocuk zamanla arkadaşları, öğretmenleri, komşuları tarafından sevilmeyi ister.

Çocuk ilk zamanlar doğal bir içgüdüyle sevmeyi bilirken, büyüdükçe anne ve babasından sevgiyi öğrenir.

Hatalı çocuk yetiştirme tutumlarının sonucunda, çocuğun sevme anlayışı, gerçeğinden sapar: “Yemeğini yersen seni çok severim, okulda uslu çocuk olursan öğretmenin seni çok sever”. Bu sevgi koşullu sevgidir. Çocuk koşullu sevgiyi anne babasından öğrenir. Çocuğu gereksindiği sevgiyle tehdit etmek, anne ve babanın çocuklarının hayatları için yaptıkları en büyük hatadır.

Koşullu sevgiyi öğrenen çocuk, sevme eyleminin böyle olduğunu zannederek, zamanla anne babasını ve çevresindeki insanları birtakım şartlarla sever: “ Bana istediğim oyuncağı alırsanız sizi severim ve hiç yaramazlık yapmam “. Böylece, koşullu sevgi çocuğun gençliğine ve yetişkinliğine kadar uzanır ve onu bırakmaz.

Çocuk ergenlik çağında ve yetişkinliğinde de çevresindeki insanlara koşullu sevgiyle davranır. Hatta evlendiğinde eşine de… Kaçınılmaz son gerçekleşir. Koşullu sevgiyle büyüyen bir insan anne veya baba olduğunda, çocuklarına da ister istemez koşullu sevgiyi öğretir. Böyle kişiler, iletişim kurmak istedikleri ve sevilmek istedikleri insanlara koşullar öne sürerler: “ Eğer benim istediklerimi yaparsan, eğer benim istediğim gibi davranırsan “ gibi… Ancak bir insanın ne fiziksel gücü, ne de ruhsal gücü bu “ eğerleri “ yerine getirmeye uygun değildir. Özellikle duygusal ilişkilerde koşullu sevgiyle davranan insanlar, karşılarındakilerin kendilerine değer vermediklerini sevmediklerini zannedip ilişkilerini yıpratırlar.

Birlikte olduğumuz insanlardan, bazı şeyler istemek tabiî ki doğaldır. Ancak bu ilişkiyi koşullara bağlamak yapılacak en büyük hatadır. Bu yüzden, anne ve babaların çocuklarına bu tür yönergeler vermemeleri, çocuğun sevme ve sevilme ihtiyacının giderilmesi açısından çok önemlidir. Bazı anne babalar sevginin çocuğu şımartacağı inancına sahiptirler. Bu ailelerde çocuğa yeterince sevgi gösterilmez. Çocuk kucaklanmaz, çocuğa “Seni seviyorum.” denmez.

Çocukla anne veya baba arasında bir sevgi seti çekilir. Kimse kimseye o sınırların dışında yaklaşmaz. Oysa çocuğun anne babasının sevgisini duyma ve hissetme ihtiyacı çok fazladır.

Sevgi; insanları birbirine yaklaştıran olumlu ve iyi duyguların tümüdür.

Sevgi; insanları birbirine yaklaştıran olumlu ve iyi duyguların tümüdür.

Bazı ailelerde ise çocuğa karşı aşırı sevgi gösterisi vardır.

Çocuğun her yaptığı davranış abartılır ve gereksiz yere ödüllendirilir. Oysa sevginin azı kadar fazlası da çocuğun ruhsal dengesini bozar. Sevme ve sevilme ihtiyacı çocuğun ve insanın temel psikolojik ihtiyaçlarındandır ve bu ihtiyaç dengeli olarak sağlanmalıdır.

Kucağa alınan ve öpülen bebeklerin duygusal hayatının, uzun süre fiziksel temastan yoksun büyüyenlere kıyasla daha sağlıklı geliştiği anlaşılmıştır.

Ohio Devlet Üniversitesinde tavşanlar üzerinde yapılan bir araştırmada, yüksek oranda yağlı besinlerle beslenmenin damar sertliğine tesirleri araştırılmıştır. Bu araştırmanın sonuçları şu düşündürücü gerçeği ortaya çıkarmıştır: Aynı tür ve aynı besinlerle beslendikleri halde sevilip okşanan tavşanlarda diğerlerine oranla daha az yağ bulunduğu tespit edilmiştir.

Gerçekten de sevgide bedenimizin kimyasını değiştirecek kadar sihirli bir güç vardır. Bu konuda Helen Colton’un tespitleri son derece önemlidir. Bir insana dokunulduğunda, onun kanındaki hemoglobin, kandaki oksijeni kalp ve beyin başta olmak üzere bedenin tüm organlarına taşıyan maddedir. Kandaki hemoglobin oranının artışı tüm bedeni güçlendirir.

Hastalıkların bedene girişini önler ve hastalıkların iyileşmesini hızlandırır. Yapılan araştırmalar fiziksel hastalıkların % 87’ sinin yeterince sevgi görememek ve sevgiyi doya doya yaşamamaktan kaynaklandığını göstermektedir. Sevginin açığa vuruluş biçimi çok değişiklik gösterir. Sevgi gösterisi bakımından ana baba tutumlarını iki aşırı uçta inceleyebiliriz.

Aşırı Sevgi Gösterisi

Sevgilerini çok aşırı ve abartılmış biçimde açığa vuran ana babalara çevremizde rastlayabiliriz. Doğumun ilk gününden başlayarak, çoğuna aşırı bir düşkünlük gösterir. Bebek yeteri kadar besleniyor mu? Gereken bakımı verebiliyor muyum Diye sürekli kaygılanır. İlk aylarda göze çarpmayan ve olağan sayılan bu düşkünlük, çocuk büyüdükçe belirginleşir. Anne çocuğun hapşırmasına dayanamaz, aksırsa hapşırsa hekime koşar.

Dişleri çıktıktan sonra bile ezmelerle süzmelerle beslemeyi bırakmaz. Çocuk beş altı yaşına gelmiş daha kendi başına yemek yemenin tadını tatmamış, eline kaşık almamıştır. Oyun çağına gelen bir çocuk, düşer diye oyuna bırakılmaz, ya da anne başında bekler. Çocuk okul çağına gelir, her çocuğun kendi gittiği okula o elinden tutularak götürülür. Çocuğa yardım gerekçesiyle her işine karışılır. Bu annelerin yanılgısı çocuğu sevmekle sevgiye boğmak arasındaki ayırımı yapamayışlarından gelir.

Sevgi Yetersizliği

Sevgi gösterisi bakımından karşı uçta yer alan ana baba, verici olmayan ana babadır. Çocuğun ruhsal gereksinimleri çok yetersiz olarak karşılanır. Çocuğa yaklaşım sıcaklıktan yoksundur. Anne ya da baba çocuğu benimsememiş gibidirler. Çocuk, hakkı olan kollanma ve korumadan yoksun kalmıştır. Çocuk bakımı anneye ağır bir yük gibi gelir. Çocuğun kendisini eve bağladığından, gezmesine, çalışmasına engel olduğundan yakınır. Yanına sokulmasını istemez.

Gerçekten itici bir anne bu tutumunu haklı göstermek istercesine; çocuk dediğin ana babadan korkmalı, çekinmeli, çocukları şımartmaya gelmez, ben onların hiçbir şeylerini eksik etmem ama yüz göz olmam gibi mantık yürütür. Tutumunu başkalarından olduğu gibi kendinden bile gizlemeye çalışır. Çünkü ana baba için en güç şey çocuğunu sevmediğini kendi kendine ve başkasına itiraf etmektir.

You may also like...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir